EditördenEDİTÖRDEN

Eski Tük Devletleri’nde Halkla İlişkiler Nasıl Yürütüldü?

Yazar ve İletişim Danışmanı Emine Kazan kaleme aldı.
Eski Tük Devletleri’nde Halkla İlişkiler Nasıl Yürütüldü?
Dünya ölçeğinde “halkla ilişkiler” kavramı, soyut anlamda 1800’lü yıllarda kullanılmaya
başlanmış olsa da, “halkla ilişkiler” anlayışının, insanların toplu halde yaşamaya baş-
lamasıyla oluştuğunu düşünmek, kaçınılmazdır. Kavram olarak çok geniş bir yelpazeyi içine
alan “halkla ilişkiler”, yöneticiler ile yönetilenler, üreticiler ve tüketiciler arasında, bir iletişim
yolu olarak karşımıza çıkar.
Kitle iletişim araçlarının yaygın olmadığı, hatta hiç kullanılmadığı dönemlerde yapılan
duyurular, mağara yazıları, kil tabletler, yazıtlar, damgalar, tek tek ele alındığında birer
“halkla ilişkiler” çalışması olarak karşımıza çıkmaktadır.
Tarihte kurulan tüm devletlerin yöneticileri, halkla bütünleştiği sürece ayakta kalmıştır. Bu
devletler bir şekilde yıkılsalar da, bir başka isim altında varlıklarını günümüze kadar devam
ettirmişlerdir. Bunun en güzel örneği ise, Hun devleti ile başlayıp, günümüze kadar varlığını
devam ettiren Türk Devletleridir. Bu noktada, üzerinde durmamız gereken konu, bir millete,
“devlet” ve “millet” bilincini kazandıran iletişim çabaları olmalıdır.
“Yöneten” ve “yönetilen’ ayrımının ortaya çıkmasından bu yana, halkla ilişkiler uygulamalarına
rastlanmaktadır. Kısaca belirtmek gerekirse, halkla ilişkiler tarihi, özünde insanlık tarihiyle
yaşıttır. Eski devirlerden bu yana, devlet başkanları halka ulaşmak, onların fikirlerini almak
ve egemenliğini halka kabul ettirmek amacıyla “halkla ilişkiler” adı altında, kavramsal bir
biçimde olmasa da, bu tür etkinliklere girişmişler; günümüz yöneticilerinin uyguladıklarına
benzer çalışmalarda bulunmuşlardır. Türklerin devlet geleneğinde, halkın görüşlerini almak,
onlara hizmet götürmek, hükümdarın halka ve gelecek kuşaklara aktaracağı mesajları
duyurmak amacıyla birçok halkla ilişkiler yöntemi ve iletişim araçları yer almıştır.
Bir Sözlü Araç: Destanlar
Türk tarihi içerisinde önemli bir yeri olan destanlar sayesinde, Orta Asya'nın geniş
bozkırlarında tarih sahnesine çıkan ve birçok devlet kuran Türklerin çetin mücadeleleri,
gündelik yaşantıları, sözlü rivayetler biçiminde, kuşaktan kuşağa aktarılabilmiştir.
Türk Destanlarının en eskisi Oğuz Kağan Destanı’dır. Uygurca ve Farsça olarak günümüze
kadar gelmiştir. Destanda, Türk devlet geleneği ve Türklerin sosyal yaşantısı anlatılmaktadır.
Türk destanlarının en genişi de, Manas Destanı’dır. Dünyanın en uzun destanı da olan Manas
Destanı, Kırgızların yaşayışı, örf, adet ve inançları hakkında geniş bilgiler aktarır. Destanları
günümüz “halkla ilişkiler” uygulamaları açısından ele aldığımızda, yansıttıkları toplumun örf
ve adetleri, inançları, sosyal hayatı ve devlet geleneği hakkında bilgi verdikleri dikkati çeker.
Bir ülkenin veya toplumun tanıtılması ve gelecek nesillere aktarılması için, destanların önemli
bir yeri olduğu açıktır.

Dede Korkut Hikâyeleri
Türk dili ve kültürünü en iyi yansıtan ve bir sonraki nesillere aktaran eserlerden bir diğeri de
hikâyelerdir. Konu bakımından hikâyeler, baştanbaşa Türk toplum yapısının birer aynasıdır.
Hikâyelerin en önemlileri Dede Korkut hikâyeleridir. Sözlü olarak anlatılan hikâyeler daha
sonra kitap haline getirilmiş ve;Dede Korkut Kitabın adını almıştır. Kitap, destansal Oğuz hi-
kâyelerini bünyesinde toplamaktadır. Dede Korkut hikâyeleri Türkiye’den Türkistana kadar,
tüm Türk ülkelerini canlı bir şekilde yaşatmaktadır. Yani Dede Korkut, bütün Türk
Devletlerinin milli kültürünü günümüze kadar aktaran bir yapıttır.
Kitabeler ve Orhun Abideleri
Türk devletlerinde halka mesaj vermek, gelecek yöneticilere yol göstermek amacıyla birçok
yapıt bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri kitabeler olduğu gibi, yöneticiler için bir
başyapıt sayılan Kutadgu Bilig’i ve halka Türkçe öğretmek için oluşturulmuş ;Divânü
Lügati’t-Türk adlı sözlüğü de saymak gerekir.
Kitabeler, halka seslenmek için hükümdarlar tarafından yazdırılmış kalıcı yapıtlardır.
Türklerin devlet kurduğu Doğu Avrupa’dan Türkistan’a kadar uzanan geniş coğrafyada,
yüzlerce kitabeye rastlanmaktadır. Ancak bu kitabelerden içerik ve büyüklük bakımından en
önemlileri “Göktürk Kitabeleri” yani diğer adı ile “Orhun Abideleri” dir.
Göktürk devlet başkanı Tonyukuk tarafından diktirilen ilk abideler, iki taştan oluşur. İçerik
olarak Göktürk Devleti’nin kuruluşu ve bir kağan olarak Tonyukuk’un girişimlerinin
anlatıldığı bu abideler, bizzat kağanın kendisi tarafından yazılmıştır.
Kitabelerin ikincisi, Kül-tegin (Gültekin) adına, Bilge Kağan tarafından diktirilmiştir. Kül-
tegin'in ölümünden sonra diktirilen bu abidelerde, Göktürk Devleti’nin kuruluşu, genişlemesi,
Kül-tegin’in kahramanlıkları, Türk milletinin ders alması ve bir daha yanılmaması için, hem
halka hem de kurulacak yeni Türk Devletlerine tecrübe aktarabilmiş kaynaklardır.
Kitabelerin üçüncüsü ise, Bilge Kağan için oğlu tarafından yaptırılmıştır. Bunlar da,
Tonyukuk ve Kül-tegin kitabelerinin içeriğine benzemektedir. Kitabelerde Bilge Kağan’ın
hizmetleri, kahramanlıkları anlatılmaktadır.
Orhun Abideleri içeriğini en geniş çerçevede ele alırsak şunu görürüz: bu yazıtların hepsinde,
Türk kağanlarının yaptıkları işler ve kahramanlıkları anlatılmış; gelecekte aynı hatalara
düşülmesi endişesi ile geçmiş olaylardan çarpıcı ibret dersleri aktarılmış ve bu anlamda
özellikle Çin entrikalarına dikkat çekilmiştir.
Orhun Abidelerinde, devletin kurucu unsuru ve sahibinin millet olmasından yola çıkılarak,
devletin sahibinin “millet’ olduğu her fırsatta vurgulanır. Bu kitabeler, halka seslenmek için
oluşturulmuştur.

Kutadgu Bilig
Kutadgu Bilig sözü, ;kutlu kılıcı bilgi” anlamına gelir. Bu yapıt, Karahanlılar döneminde,
Yusuf Has Hacib tarafından kaleme alınmıştır. Yusuf Has Hacib bu eserinde Türk dili ve
edebiyatından başka, Türklerin sosyal yaşantısı, Türk tarihi ve genellikle, Türk kültür tarihi
ele alınıp işlenmiştir. Kutadgu Biligi Türklerin bugün ait bulundukları kültür çevresine giriş
dönemlerini içine alan bir zamanda yazılmış olduğundan, onların dünya görüşünü, değer
yargılarını ve karşılaştıkları sorunları çözüm biçimlerini ortaya koymaktadır.
Kutadgu Bilig eski Türk kavimlerinin iletişimde bulundukları diğer kavimler için de bilgi
verici yönlere sahiptir. 1070 yılında tamamlanmış olmasına rağmen, Kutadgu Bilig yalnızca
yazıldığı dönemde değil, günümüz şartlarında da geçerliliğini koruyan bir yapıttır. Kutadgu
Biligin halka bilgi verme açısından da belirli bir ağırlığa sahip olduğu görülmektedir. Çünkü
halkla ilişkiler, yalnızca yöneten ve yönetilenler arasındaki iletişimi sağlamak açısından
değil, halkın, devlet yapısı ve kamusal konularda bilgilendirilmesini sağlamak açısından da
görevler yüklenmiştir. Kutadgu Bilig bu anlamda da halkı aydınlatıcı bir yapıttır.
Divânü Lügâti’t-Türk
Divânü Lügâti’t-Türk, özgün ve kapsamlı bir yapıt olarak kaleme alınmış; bu niteliğini de
günümüze kadar koruyabilmiştir. Filoloji alanında çağının önemli uzmanlarından biri olan
Kaşgarlı Mahmut rafından kaleme alınan Divânü Lügâti’t- Türk’de, Türklerin yaşadığı alanlar
haritalarla verilmiştir.
Bu sözlükte, kelimelerin yüzde 43’ü fiildir. Bu ise, tam 3 bin kelimeye tekabül etmektedir.
Geri kalan 4 bin kelime ise, fiilden türetilmiş isimler, sıfatlar, zarf niteliğindeki fiilimsilerdir.
Sözlükte, Türkçe kelimeler Arapça karşılıklarıyla birlikte yer almakta ve haritalarda,
Türklerin ilişkide bulundukları diğer devletlere de yer verilmektedir.
Kaşgarlı Mahmud, bu sözlüğünde yalnızca Türkçe sözcüklerin Arapça karşılıklarını vermekle
kalmaz, kısaca da olsa; Türk boyları, oturdukları yerler, kültür, felsefe ve edebiyatla ilişkileri
açısından bilgiler içerir; 11. Yüzyıl’ın Türk şivelerindeki özelliklere yer verir. Divânü
Lügâtit-Türk, Türk dili ve kültürünün farklı toplumsal çevreler arasında yaymasının yanı sıra
sonraki kuşaklara aktarımı açısından da önemli bir rol üstlenmiştir.
İstişare Divanları ve Kurultaylar
Türk devletleri Islâmiyet’i kabul ettikten sonra da, istişare, kurucu bir ilke olarak devlet
akidesindeki yerini korudu. Istişare için divan toplanması sistemi uygulandı. Bunlara Ayak
Divani’ denildi.
Hükümdar haftanın belirli günlerinde halkın şikâyetlerini dinler, kadıları tayin eder, devlete
karşı işlenen suçlarla meşgul olan yüksek mahkemeye başkanlık ederdi. Eski Türk
devletlerinde de belirli yer ve tarihlerde hükümdarla halk bir araya gelirdi. Törenlerle
başlayan toplantılar yemekle devam eder, hükümdar bizzat halkın sorunlarıyla ilgilenirdi.