İBB Şehir Tiyatrolarında Yeni Oyun “Veba” Salgında Kaybettiklerimiz”
İBB ŞEHİR TİYATROLARI’NIN YENİ OYUNU “VEBA” SALGINDA
KAYBETTİKLERİMİZİN ANISINA SAHNELENİYOR
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Şehir Tiyatroları Albert Camus’nün yazdığı,
Neil Bartlett’in uyarladığı, Genel Sanat Yönetmenimiz Mehmet Ergen’in çevirip
yönettiği Veba’yı seyirciyle buluşturuyor. Oyun, 15-18 Eylül, 22-24 Eylül, 29 Eylül-2
Ekim tarihleri arasında Müze Gazhane Büyük Sahne’de.
Veba’nın yönetmeni Mehmet Ergen, oyunun zamanlamasını vurguluyor:
“Dünya çok zor bir dönemden geçti. Yeni bir sahne açarken hem döneme dair
anlamlı bir hikâyeyle bir başlangıç yapalım dedik, hem de kaybettiklerimiz için bir
saygı duruşunda bulunalım istedik.”
Nobel Ödüllü yazar Camus’nün faşizm alegorisi olarak kaleme aldığı eserde, veba
salgını sırasında yaşanan kaotik durum anlatılır. Karantina döneminde verilen
mücadele, belirsizlik ve korkunun egemen olduğu bir dünya canlandırılıyor.
Dramaturgisini Ergün Özdemir’in, müziğini Sinan Arslan’ın, sahne-kostüm tasarımını
Gamze Kuş’un, ışık tasarımını Murat Selçuk’un, efekt tasarımını Metin
Küçükyılmaz’ın yaptığı oyunun fotoğraflarını Nesrin Kadıoğlu çekti. Oyunda Sevil
Akı, Serdar Orçin, Emrah Can Yaylı, Burteçin Zoga, Tankut Yıldız, İrem Arslan,
Özgür Dereli, Burak Davutoğlu, Ergun Üğlü, Cafer Alpsolay rol alıyor.
Albert Camus’nün Veba’sı
Albert Camus Veba’sında hayatın zevklerine düşkün, alışkanlıklarına bağlı, hastalığı
ve ölümü yaşamlarından çıkarmış bir kentin hikâyesini anlatır. Sakin bir Akdeniz şehri
olan Oran, korkunç bir felaketi karşılamaya hiç hazır değildir.
İnsanların sükûneti ölü farelerin şehrin her yerinde ortaya çıkmasıyla bozulur. Toplu
halde ölen, can çekişen farelerin çığlıkları herkesi şaşkına çevirir.
Eserde salgının tüm aşamalarına tanık oluyoruz. Fiziksel salgın ahlaki salgına
dönüşüyor. Veba insan ilişkilerini alt üst ediyor, toplumun hatalarını ve güçlü yanlarını
ortaya çıkarmaya hizmet ediyor. Camus eserde Oran'ın günlük yaşamında vebanın
neden olduğu dönüşümleri ustalıkla ortaya koyuyor.
Fransız oyun yazarı, yönetmen Antonin Artaud tiyatro ve vebanın her ikisinin ortak
yönüne vurgu yapıyor: "tiyatro, veba gibi, […] çatışmaları çözer, güçleri serbest
bırakır, olasılıkları serbest bırakır ve eğer bu olasılıklar ve bu güçler karanlıksa, bu
vebanın ya da tiyatronun değil, hayatın suçudur"
Veba bugün yeniden okunabilecek büyük bir eserdir. Kitapta semboller
bulunmaktadır: durumlar, tipler ve fiziksel nesneler bir yandan kendilerini öte yandan
kendilerini aşan başka şeyleri temsil ederler. Romanda veba, 1937’de etkisini
göstermeye başlayan Nazizim’i, salgını önleme çabaları ise Nazizim’e karşı direnişi
temsil eder.
Vebanın Tarihine Kısa Bir Bakış
Uzun bir dönem boyunca vebanın kaynağının Mısır’da Nil nehri olduğu düşünüldü.
Hastalık, Antik Yunan halklarının yaptığı savaşlarla, Roma ordularının seferlerinin
dönüşünde Avrupa kıtasına taşınmıştır.
542’de ortaya çıkan “Justinien vebası” çok korkunçtur. Dönemin tarihçilerinin
belirttiğine göre acımasızca yayılmış ve ne yaş, ne de cinsiyet tanımıştır. Her farklı
ırka, her coğrafyaya nüfuz etmiş ve İstanbul’un da arasında bulunduğu birçok şehri
yerle bir etmiştir. Bizans salgınlarında saray kapılarını kapatır ve saray duvarlarının
çevrelerine iki sıra korunma teli çekilirdi.
Papa IV. Clement’in ölü sayıcılarının tahminlerine göre, 1348-1351 yılları arasında
Kara Ölüm, Avrupa’da 23.840.000 insanı ölüme mahkûm etmiştir. Şehirlerde, kasaba
ve hatta köylerde neredeyse yaşayan kalmadı. Hayatta kalanlar dağlara kaçtı. Bütün
yaşam alanları kendi başına dolaşan hayvanlara kaldı. Tarım alanlarını işleyen
çiftçiler ortadan kalkınca araziler çayır ve orman alanlarına dönüştü. Terk edilmiş
gemiler Akdeniz’de başıboş yüzüyordu.
Veba başladığında bütün Fransızlar panik halindeydi. Fransa topraklarındaki ölümler
sayılamayacak kadar büyüktü. Avignon, Marsilya, Montpelier ve Paris’te yüzbinlerce
kişi öldü.
Veba, Çin, Hindistan, Rusya, Balkanlar, Yunan Adaları, Kuzey Afrika kıyılarında
asırlarca değişik dönemlerde etkili oldu.
Salgın Sonrasında Sanat
Ölüm, acı, keder temaları sanatçılar tarafından çok fazla işlenmiş, çizilmiş, yontulmuş
ve karakterize edilmiştir.
Edebiyat, vebalı günlerin korku dolu izlerini taşır. Salgın sonrası dönem zihniyetinin
ve kültürünün yeniden şekillenmeye başladığı ortamda şan, şöhret, makam, servet
fark etmeksizin insanların kendilerine iyi bir ölüm hazırlamalarını öğütleyen temalar
edebiyatın da ana konularından birisi haline gelir.
Kara Ölüm’den sonraki süreçte yapılan heykellere, resimlere, gravürlere, edebi
eserlere, dinsel metinlere kadar her şeyde hayatın merkezine yerleşen ölüm
gerçekliğine, eşitliğine vurgu yapmayan çalışmalar tam anlamıyla tamamlanmış
sayılmazlardı.
Salgın Edebiyatı
Sophokles’in Oidipus mitinden hareket ederek yazmış olduğu Kral Oidipus
tragedyası, Thebai kentine musallat olmuş ve kenti kırıp geçiren bir veba salgını ile
açılır. Sofokles'in Kral Oidipus (M.Ö. 5. yy) eseri salgın edebiyatının bağımsız bir tür
haline gelmesini sağlayan ilk eserdir.
1348'de veba Floransa'yı kasıp kavurdu. Boccaccio’nun 1349-1353 yılları arasında
yazdığı başyapıtı Decameron on gün boyunca anlatılan yüz öyküden oluşur. Yedi
genç kız ve üç genç adam, salgından kaçmak için on gün boyunca kırsala sığınır. Bu
kapalı alanda, kahramanlar zaman geçirmek ve kapılarındaki kıyameti unutmak için
hikâyeler anlatmaya çalışacaklardır.
La Fontaine’nin Veba Hastası Hayvanlar’ında Kral, halkını vebadan kurtarmak için
"en suçlu"nun kurban edilmesini önerir. Kurban edilecek kişi en dürüst olan eşek
olacaktır. Salgın burada siyaset dünyasının, yalanın ve adaletsizliğinin bir alegorisidir.
Robinson Crusoe'nun yazarı Daniel Defoe, tarih ve kurgu arasında bir metin olan
Veba Yılı Günlüğü’nde Londra nüfusunun % 20'sinin veya yaklaşık 100.000 kişinin
öldüğü 1665'teki Büyük Veba'yı anlatır. Veba burada hem ölümcül bir hastalıktır, hem
de şehrin sosyolojisinin ve yoksul ya da zengin, hayatta kalmak için en aşırı
eğilimleriyle karşı karşıya kalan herkesin kaderinin bir ifşasıdır. Yavaş yavaş ölümün
önemsizleşmesi eserde şöyle anlatılır: “Hemen hemen her evde, özellikle felaketin
başlangıcında, sadece ağlayıp ağıt yakıldı; sona doğru kalpler katılaştı ve ölüm o
kadar çok göz önündeydi ki, insanlar artık sevdiklerinin bakışlarından o kadar
etkilenmiyorlar, her biri bir saat sonra ölüme çağrılmayı bekliyordu."
Albert Camus ilhamını, özellikle bugün yeniden okunmayı hak eden bu metinden
almıştır.
Vebanın Sonuçları
14. yüzyıl vebasından sonra Avrupa’da emek gücünün değeri artmış, işçi ücretleri
yükselmiştir. Hijyenin önemi keşfedilmiş, sokaklarda hayvanların dolaşması
yasaklanmış, Paris’te ilk kanalizasyon inşa edilmiştir.
Vebanın neden olduğu şiddetli sarsıntı sonucunda Tanrı’nın gazabı ve insanların
günahına karşılık bir bela olarak algılanması, bazı insanları hiç olmazsa hazları
yaşamaya yöneltirken, diğer bir kısmını da diğer uca, münzeviliğe itmiştir.
Yahudi ve Çingeneler vebanın nedeni olarak suçlanmışlardır. 20. Yüzyılın ortalarına
kadar bu iki millet göçlere zorlanmış, hakları ellerinden alınmış ve katliama maruz
kalmışlardır.
Veba, hastalığı önlemede başarısız olan din adamlarının ve hekimlerin itibarının
sarsılmasına neden olmuştur.
Pek çok düşünüre göre Orta Çağ vebanın getirdiği ekonomik ve sosyal olayların
sonucunda kapanmıştır.