EditördenEDİTÖRDEN

KKTC’nin kültürel mirası…

TURİZM KÜLTÜRÜ – KÜLTÜR TURİZMİ

 

(Özdinç Akdel)-

İnsan evladının yerleşik yaşam ve medeniyet arasında kurduğu ilişki sadece yaşamın sürekli kılındığı bir coğrafyaya kapanıp kalmamıştır. Tarihler boyu insanlık şu veya bu nedenle bir yerden bir yere doğru hareket etmiş ve bu deneyimi hep bir zenginlik ve çoğalma olarak hafızasına kazımıştır. Savaşlar, kuraklıklar, keşif seyahatleri veya zorunlu hareketlenmeler de farklı etkilerle bir şekilde kültürel değişimlerin tarih sahnesinde yer almasına neden olmuştur. Farklı renklere, farklı tatlara, farklı inanış ve yaşam biçimlerine tanık olma adına, sıradanlaşan gündelik yaşama zenginlik katma adına turizm denen gezi kültürü insan yaşamının bir parçası olmuştur artık.

Her ülke kendi kültürel yapısını ekonomik olanaklar elverdiğince ön plana çıkaracak şekilde turizm ekseninde güçlendirirken bunu elbette ki bazı amaçlar doğrultusunda yapıyor. Kültürel miras, gündelik yaşam kültürü, doğa derken birçok etken gündeme geliyor. Ancak tüm bunların sonucunda bir ağırlayan bir de misafir edilen konumu iki ana konum olarak önem arz ediyor. Bir ülkenin turizm adına davetkâr olabilmesi için tüm iletişim katmanlarını devreye sokarken ilk yapılması gereken şey olarak çevre ve yaşamsal kolaylıkların düzeni akla geliyor.

KKTC’nin can simidi olması gereken kültür ve doğa turizminin kalite standartlarına baktığımız zaman epeyce geride olduğumuzun farkına varmak zor olmaz. Kültürel miras sayılan tarihi mimari eserlerin atıl ve bakımsız durumu, kent ve kırsal kesim alanlarının temizlik ve ulaşılabilirlik açısından noksanlıkları ülkeye gelen turistin ilk gözüne çarpan olumsuz unsurlar oluyor. Turizm ve Çevre Bakanlığı ve yerel yönetimler arasındaki koordinasyon yetersizliği ve kültürel mirasa gerektiği kadar değer vermeme başlı başına bir soruna dönüşüyor.

Turizm kültürünün yeterince kanıksanmadığı bir ortamda elbette ki kültür turizminin de gerektiği şekilde yer edinemeyeceğini yılların biriken eksiklik ve hatalarından artık anlamamız lazım. İlk akla gelen şey de ülkemizde neden ayrı bir “Kültür ve Eski Eserler Bakanlığı’nın bir türlü hayat bulmamasıdır. Eski eserler, müzeler ve sanatın tüm dallarının üst kültür açısından kurumsallaşmasının önünü açabilecek tek yapının bu olduğu artık kanıksanmışken daha fazla gecikmeye gerek yok sanırım.

Tanıtımdaki görsel iletişim kalitesinin artırılması, kültür turizmine yönelik dijital ve basılı yayıncılık ortamında daha yoğun, yaygın ve isabetli iletişim ağı kurulması, ulaşım göstergelerinin ziyaret bölgelerinde daha sıklıkla ve yerinde kullanılması, butik müzelerin yaygınlaşması vs. tüm bunlar birer sorun olarak karşımızda duruyor. Önemli olan, meselelere doğru tanı koymak, çözüm üretme adına kararlı olmak ve bilgi ve enerjiyi doğru yönetmektir. Liyakat her konuda gerekli olduğu gibi burada da çok önemli mutlaka.

Hiçbir ufuk kayıp değildir, yeter ki başımızı döndürüp o derinliğe doğru bakmasını bilelim. Bu da bakabilmek ve görebilmek yetisiyle ilgili bir durumdur. Şunu da biliyoruz ki, kültür yönetimi, yani toplumların kendi varlığını bir coğrafyada inşa etme konusu, bakıp da göremeyenlerin yükünü çekemeyecek kadar hassas bir konudur; inceldiği yerden kopunca toplamak da zor oluyor işte… Evet, çok iş düşüyor yetkililere…